Uygarlığın
Çöküşe Uğradığı Topraklarda Bir Gazeteci: Kemal Batur
Kaynak: bariskop.wordpress.com röp
ABD’nin Irak’ı işgal
sürecini yerinde takip eden gazeteci Kemal Batur, 62 gün boyunca
görev yaptığı bölgede, yaşadıklarını ve izlenimlerini “Musul Yanıyorken
Haberciler Ateş Altında”adıyla kitaplaştırdı. Batur ile Fam
Yayınları‘ndan yeni çıkan kitabı ile çatışmalı bölgelerdeki gazetecilik
faaliyetleri ve Ortadoğu’daki gelişmeler hakkında konuştuk. Haber takibi
sırasında araçları taranan ve parmağı kopan Batur, yapılan bu saldırının
kendisini gazetecilik yapmaktan alıkoymadığını dile getirirken; Afrin’e yönelik
askeri operasyonu takip etmek istediğini fakat “Orada yapacağım işleri
Türkiye’de yayınlayacak mecra bulamayacağımı bildiğim için vazgeçtim” diyerek;
medya üzerindeki baskıya da dikkat çekti.
1990 yılında henüz
üniversitede birinci sınıfta iken Sabah gazetesinde gece
muhabiri olarak işe başlayan ve sırası ile Sabah, ATV, Kanal
D, Star TV, NTV ve Flash TV‘de
muhabir ve kameraman olarak da çalışan Kemal Batur farklı yazılı basın mecralarında
da görev yaptı. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalini Sky Türk televizyonu
adına izleyen Batur, yaklaşık iki ay kaldığı bölgede, başına gelenleri ve savaş
hakkındaki değerlendirmelerini kaleme aldı.
Batur’a öncelikle
Irak’a gitme fikrinin nereden çıktığını sordum. 1994 yılından beri Irak’a gidip
geldiğini ve bölgeyi çok iyi bildiğini söyleyen Batur sorumu,
“O dönem (2003) yüksek lisans yaptığım için gazetecilikten biraz uzaklaşmıştım.
Geri dönüş yapmak istiyordum ve bunun için de sıcak bir bölgeden başlamayı
planlıyordum. Dünya gündemini takip ediyordum ve Irak’ta bir savaşın çıkacağını
tahmin ettiğim için böyle bir yolculuk yapmak üzere Ocak ayının ortalarından
itibaren hazırlık yapmaya başladım” diye cevapladı.
Ticaretle uğraşanlar
dışında, bölgeye gitmek isteyenlerin karşılaştığı zorluğa dikkat çeken Batur,
“Habur sınırına gittim ve gördüm ki yasal yollardan geçiş yok. Kaçakçılar da en
az 2-3 bin dolar para istiyorlar. Diyarbakır’daki bazı gazeteci arkadaşlar bir
yol bulmuşlardı. Nusaybin’den Kamışlı’ya geçiyorlardı. Orada KDP bürosuyla
irtibata geçiyorlardı. Eşyalar burada bırakıldıktan sonra Irak’a geçiş
yapılıyordu. Kamışlı’da bırakılan eşyalar, Dicle Nehri üzerinden Irak’taki Kürt
Bölgesi’ne ulaştırılıyordu. Bende bu uzun yolu seçerek Irak’a gittim. Ama her
şeyi yasal yaptım. Suriye ve Irak vizesi aldım. Bir gazeteci olarak bölgede
yaşananları takip etmek için Irak’a gittim” dedi.
-Kitap yazma fikri
nasıl ortaya çıktı peki?
Batur: Başlarda böyle
bir düşüncem yoktu. Zaten başımıza neyin geleceğini de bilmiyorduk. Yanımda bir
not defterim vardı. Her gün nereye gittiğimizi, nelerle karşılaştığımızı
kaydediyordum. Günlük tutuyordum yani. 62 gün orada kaldım ve dönüş yaptıktan
sonra tuttuğum notlardan bir şeyler çıkarabilir miyim diye düşündüm. Arkadaşlarım
da gazetecilik anılarımı yazmamı tavsiye ettiler. Bunun üzerine kitap yazma
fikri ortaya çıktı.
-Savaş bölgesinde
çalışan bir gazeteci olarak karşılaştığınız en büyük sorunlar neydi?
Batur: Karşı karşıya
kaldığımız sorunlar çoktu. Her gün ayrı bir riskti. Birçok arkadaşımız orada
öldü. Yaralananlar oldu. Arazide mayına basanlar, çatışma ortasında kalanlar
oldu. Savaş bölgelerinde çalışırken çok dikkatli olmak gerekiyor. Ben mesela
bölgeye giderken takım elbise giyerek gittim. Pasaportuma tüccar yazdırdım.
Musul’da kaldığım otelde kendimi seyyah olarak tanıttım. Hep diğer insanlarla
beraber yolculuk yaptım. Çok az taksi kullandım. Gittiğim her yerde
İstanbul’daki arkadaşıma nerede olduğumu bildirdim. Türkiye sınırından
çıktıktan itibaren karşıma çıkanlara farklı bir meslek sahibi olduğumu ve
değişik amaçlarla yolculuk yaptığımı söyledim. Söylediğimin hep tersi
istikamette yol aldım. Ortadoğu tehlikeli bir bölge. En ufak bir hata insanın
hayatına mal olduğundan çok dikkatli olmak gerekiyor.
-O zaman “böyle
çatışmalı bölgelerde görev yapan gazeteciler için öncelik hayatta kalmaktır!”
diyebilir miyiz?
Batur: Evet, gazetecilerin
önceliği hayatta kalmak. İkinci olarak şunu söyleyebilirim; alanda sizleri yanlış
yönlendirmek isteyenler oluyor. Bu kişilere güvenip peşlerinden gitmemek
gerekiyor.
Savaş bölgesinde
yaşanan trajedilerin büyüklüğüne değinen Batur, çatışmaların insanların
yaşamları üzerinde açtığı derin tahribatın, kendisini çok etkilediğini ifade etti. Batur ayrıca,
savaş koşullarının daha fazla ekonomik kazanç elde etmek için kimi çevrelerce
kullanıldığına da değinirken; “Savaş bölgesinde şöyle bir durum da var. Biz
buna savaş ekonomisi diyoruz. Gittiğimiz yerlerde otel ve taksi fiyatları ikiye
katlandı. Karaborsa yani. Bu durum büyük bir dezavantajdı” şeklinde konuştu.
“Musul’un hayatımda
önemli bir yeri var”
12 Nisan 2003
tarihinde araçları taranan ve Show TV kameramanı Mesut Gengeç ile birlikte
yaralanan Kemal Batur, “Hayatımda önemli bir yeri var” dediği
Musul’da saldırıya uğradıkları anı anlattı:
“Denetimin olmadığı
Musul’daydık. Valilik Meydanı’nda canlı yayın yapıyorduk. Peşmerge ve ABD
askerleri canlı yayınımızı kesti. O sırada birisi geldi ve yüzlerce yaralının
ve ölünün olduğu bir hastaneden bahsetti. Hastanenin bulunduğu yere gitmek
üzere yola çıktık. Bahsedilen bölge Baas milislerinin kontrolündeydi. Bu büyük
bir riskti. Ben ve arabamızın şoförü oraya gitmememiz konusunda arkadaşlarımızı
uyardık. Fakat yine de denilen yere doğru gittik. Daha sonra tuzağa
düşürüldüğümüzü anladık. Silahlı biri havaya ateş açtı. Sonra aracımıza
kurşunlar yağdı. O anda hiçbirimiz kurtulacağımızı düşünmüyorduk. Kurşunlardan
biri parmağımı parçaladı. Şans eseri oradan hepimiz sağ çıktık ve Erbil’e
gittik. Hastane ve doktor yetersizdi. Bizi 5-6 saat sonra Türkiye’ye
getirdiler. İlk ciddi tedavimiz burada yapıldı.”
-Yapılan bu saldırı
sizi gazetecilik yapmaktan alıkoydu mu?
Batur: Hayır. Bir sene sonra
tekrardan gittim. Vurulduğum yerde dahil birçok noktayı gezdim. Bölgede
çalışmaya devam ettim.
-Başka nerelerde görev
yaptınız?
Batur: İran, Irak, Suriye,
Lübnan, İsrail, Libya, Kıbrıs, Azerbaycan ve Güneydoğu’da görev yaptım.
Suriye’ye savaş öncesinde de gittim. Savaş çıktıktan sonra da gittim. Beni
şaşırtan en büyük şey 2006’da Halep’e gitmiştim. Çok renkli, çok kültürlü ve
tarihi bir kent olarak da çok sevmiştim. Farklı etnik ve dinsel gruplardan
insanlar vardı. Sonra 2012’de gittim ve insanlar sokak başlarında birbirlerini
vuruyorlardı. Ortadoğu’da neyin ne olacağını kestirmek biraz zor.
-Bugün olsa yine gider
misiniz? Mesela, Afrin’e yönelik gerçekleştirilen askeri operasyonu takip etmek
ister miydiniz?
Batur: Tabi ki gitmek
isterdim. Fakat, Afrin ile beraber yine öne çıkan gazetecilik şöyleydi: Bir
tarafı hiç görmeyeceksin. Herkes gidecek askerin ya da diğer silahlı grupların
arkasında duracak ve onlar ilerledikçe sen de onlarla gideceksin. Ama öbür
tarafta (Afrin) nelerin olduğunu pek bilmeyeceksin. Afrin’de nelerin olduğunu
genellikle yabancı basından takip ettim. Oysa isterdim ki ben de o bölge de
olayım. Ama bu büyük bir riskti. Çünkü Türkiye’de bunun hukuki, fiziki hatta
cezaevi boyutu var. Aslında bunlardan korkmadım. Yalnızca bir nedenle istekli
davranmadım. O da şuydu: O kadar risk alıp gideceğim ama yapacağım işleri
Türkiye’de yayınlayacak bir mecra bulmakta çok zorlanacağımı kesin olarak
biliyordum. Yoksa giderdim.
-Bu tarz yerlerde
genel olarak karşılaştığımız ve basına olan güvenin sarsılmasına neden
olanların başında da “iliştirilmiş gazetecilik” geliyor. Görev aldığınız süre
zarfında böyle bir durumda kaldınız mı?
Batur: Her zaman sivil ve
kendi başıma idim. Sadece gazetecilerle arkadaşlık yaptım. Amerikan tarzı
iliştirilmiş gazetecilik yapmadım. Türkiye’deki süreç, farklı konumda
bulunanları hedefe koyan ve onlara imkan tanımayan bir süreç.
-Kitabınızı kime,
neden ithaf ettiniz?
Batur: Kitabımı, beraber
birçok şeyi paylaştığım ve kendisini çok sevdiğim BBC Tahran muhabiri Kaveh
Golestan’a adadım. Kendisi, 2 Nisan 2003 tarihinde, Süleymaniye’nin güneyinde
bulunan Kifri’de mayın patlaması sonucu hayatını kaybetti. Anısı yaşasın
istedim.
-Daha çok savaşın
maddi sonuçlarına yönelik haber yapan yani, “şu kadar kişi öldü, şu kadar kişi
yaralandı” gibi yalnızca çatışmaların neden olduğu sayısal kayıplara değinen ve
savaşın çok boyutlu yıkıcılığına yer vermeyen gazetecilik(!) anlayışı hakkında
neler düşünüyorsunuz?
Batur: Özellikle
2007’den sonra medyanın yapısının değişmesiyle beraber yeni bir gazetecilik
tarzı doğdu. Buna göre araziye insan göndermek yok. Önceden çatışmalı bölgelere
gidip, alandan habercilik yapıyorduk. Şimdilerde ise bölgeyi hiç görmemiş
kişileri bir stüdyoda toplayıp bölge hakkında yorum yapması isteniyor. Onların
amaçları zaten bilgi vermek değil, toplumu manipüle etmek. Afrin operasyonu
üzerinden konuşursak eğer yine gördük ki; televizyonların birbirinden farkı
yok. Ortadoğu’da her şey insan canı üzerinden sayılmaya başlandı. Biz, oradaki insanların
gündelik yaşamlarını, göç hareketlerini, yaşadıkları zorlukları vs. birçok
durumun haberini yapardık. Şimdiler de ise bu tarz habercilik yapanların da
gücü kısıtlı. Bölgeye gidemiyorlar maalesef.
-Bölgede görev yapacak
ya da yapmak isteyen meslektaşların ve gazeteci adayları için önerilerin var
mıdır?
Batur: Öncelikle bölge
hakkında çok iyi okumalar yapılmalı. Çünkü çok zengin kültüre sahip bir bölge.
Dillere, dinlere, halklara karşı ilgi duyulmalı. Tarihi, mimariyi ve savaşları
iyi okumalılar. Coğrafyayı iyi bilmek ve takip etmek gerek. Bunun gibi belli
bir birikime sahip olunduktan sonra da sürekli hareket halinde olunmalıdır.
-Bölgede uzun yıllar
bulunmuş biri olarak size IŞİD’i sormak istiyorum. IŞİD hakkındaki
düşünceleriniz nelerdir?
Batur: IŞİD’i çok sofistike
ve çok iyi düşünülerek, ayarlanmış bir oluşum olarak görüyorum. Irak’ta
binlerce insanın ölümüne, binlercesinin göç etmesine, cezaevlerinde işkencelere
uğramalarına ve mezhep çatışmalarına kadar yaşanan birçok olayın baş aktörü
ABD’dir. Ama IŞİD çıktı ve biz bunların hepsini unuttuk. Bu örgütün birçok amaç
için oluşturulmuş ve organize edilmiş bir yapı olarak görüyorum. IŞİD’in
savaşçı kazandığı ve propaganda yaptığı yerler nerelerdi? Twitter, İnstagram,
Facebook, Youtube üzerinden yaptı bunları. Bunların merkezleri de Amerika’dır.
Bunların hepsi gözetleniyordu. IŞİD’i ortaya çıkaran nedenler aslında çok. Ben
buna “bir taşla on kuş vurma operasyonu” diyorum.
-Peki, Suriye’deki
savaş hakkında neler söylersiniz? Savaşın gidişatı ile ilgili bir öngörünüz var
mı?
Batur: Şu aşamada bitsin
isteyen yok gibi. Suriye bence bölündü. Bu federasyon olabilir konfederasyon
olabilir, özerklik olabilir. Ama yekpare bir Suriye’nin olacağını düşünmüyorum.
Suriye, bölgesel ve küresel güçlerin vekalet savaşlarını yürüttüğü bir bölge.
Suriye üzerinden küçük ölçekli dünya savaşı sahneleniyor.
-İkinci bir kitap
çalışmanız var mı? Ya da olacak mı?
Batur: Medeniyetin kurulduğu
topraklarda modern çağın barbarlığı yaşanıyor. İnsanlar; ırklarından,
dinlerinden, dillerinden, statülerinden dolayı öldürülüyor. Uygarlığın doğduğu
topraklarda, insanlığın çuvalladığı, battığı bu zamana kadar olan süreci bir
kurgu yapmak istiyorum. İkinci kitabımın teması büyük oranda bu olacak. Yani,
“uygarlık burada doğdu ve uygarlık burada çöküyor.”
-Son olarak söylemek
istediğiniz bir şey var mı?
Batur: Çağımızda ve
coğrafyamızda, şiddet ve kan üzerinden politikaların yürütülmesi üzücü bir
durum. Ama bu durum sadece ekonomik nedenli, petrol nedenli, ırk nedenli bir
durum değildir. Halklar arasındaki eşitsizlik ve birbirlerine yönelik
haksızlıkların dışarı yansımasıdır.
No comments:
Post a Comment