Kemal Batur
'Saha gazeteciliği bitirildi,
stüdyo ile gerçekler gizleniyor'
10 Eylül 2018 03:40
Uzun yıllar sahada haber takibi yapan
Kemal Batur: Saha gazeteciliği bitirildi, stüdyo gazeteciliğiyle gerçekler
gizleniyor.
Gazeteci Kemal Batur 2003’te 2. Körfez Savaşı ile Irak’ın işgalini haberci
olarak izledi. Haber takibi sırasında bulundukları araca yapılan saldırıda
Batur, elinden yaralandı, iki parmağını kaybetti. Haberci olarak takip ettiği
savaştaki anılarını Musul Yanıyorken üst başlığıyla Haberciler Ateş Altında
adlı kitapta topladı. Kitap Fam Yayınlarından çıktı. Kemal Batur’la kitabını
konuştuk. Uzun yıllar sahada haber takibi yapan Batur, bu durumun 2007’den
itibaren değişmeye başladığını söyledi. Batur, “Medyada önce arazi haberciliği
bitirildi. İşinin ehli gazeteciler tasfiye edildi. Bunun yerine hiç bölgeyi
gezmemiş gazetecilik türü başladı. Her şey stüdyolarda ağırlanan bu
gazetecilere bırakıldı. Böylece laf kalabalığı ve manipülasyon başladı.
Gerçekler halktan gizlenmeye başlandı” ifadeleriyle anlattı. Bu durumun giderek
tek sesli haberciliğe doğru gittiğini de söyleyen Batur, “Muhalif basın
üzerinde de inanılmaz baskılar arttı. Bunun en büyük zararını Türkiye halkı
çekti, çekiyor” dedi. Batur’un sorularımızı yanıtları şöyle;
Gazetecilik anılarınızı kitaplaştırma
gereğini neden duydunuz?
Kemal Batur
2003 Irak İşgalini bir haberci olarak yerinden izlemek ve haberleştirmek
için uzun bir yolculuk yaptım. O zaman gazetecilerin Habur’dan Irak Federe Kürt
Bölgesine geçişine izin verilmiyordu. Bu nedenle yasal yollarla, Nusaybin’den,
Suriye Kamışlı’ya geçtim. Oradan da doğuya yolculuk yaparak Rabia sınır
kapısından, Telafer üzerinden o zaman Saddam’ın denetiminde olan Musul’a
ulaştım. Orada bir hafta kaldıktan sonra, Irak Federe Kürt Bölgesine ancak
geçebildim. Bu yolculuk sırasında ilginç anılarım oldu. Yolculuğum daha savaş
başlamadan iki ay önce gerçekleştirdim. Çünkü ABD’nin İşgale girişeceğini
kestire bilmiştim. Bir ay politik ve diplomatik girişimlerden sonra, işgal
başladı. Bu süre boyunca bir günlük tutarak, tarihi ile birlikte kısa notlar
aldım. Bölgede tarihsel bir dönüşüme bir gazeteci olarak da tanık olmak
istedim. Kitap bu notlardan çıktı. Bir gazetecilik anısı olarak, şahit
olduklarımın kalıcı olmasını istedim.
Kitabınızı 2 Nisan 2003’te
Süleymaniye’de mayın patlaması sonucu yaşamını yitiren meslektaşınız BBC Tahran
muhabiri Kaveh Golestan’a adanız. Siz de Musul’da saldırıya maruz kaldınız ve
yaralı kurtuldunuz. Neler söylemek istersiniz?
Uzun yıllar çatışmalı bölgeler ve Ortadoğu’da gazetecilik yaptım. Mesleğin tehlikesinin farkındaydım. Aslında savaş boyunca çok tehlikeler yaşadık. Fakat Nisan 2003’te Musul’da çatışmaların ortasında kaldık. Aracımız tarandı. Mucize eseri olarak çıkabildik. Benimle birlikte gazeteci arkadaşlarımdan da yararlananlar oldu. Zaten orada çeşitli zamanlarda beraber mesai yaptığımız gazeteci arkadaşlar hayatını kaybetti. Buna biraz da alışmıştık. Arkadaşım BBC Tahran Muhabiri Kaveh Golestan Pulitzer ödülü almış, geçmişte başarılı bir foto-muhabiri idi. Ayrıca aramızda bir dostluk oluşmuştu. İnsan olarak örnek alınacak biriydi. Süleymaniye’nin Güneyinde, Kifri denen bir bölgede, mayın patlaması sonucu hayatını kaybetti. Anısını yad etmek istedim.
Uzun yıllar çatışmalı bölgeler ve Ortadoğu’da gazetecilik yaptım. Mesleğin tehlikesinin farkındaydım. Aslında savaş boyunca çok tehlikeler yaşadık. Fakat Nisan 2003’te Musul’da çatışmaların ortasında kaldık. Aracımız tarandı. Mucize eseri olarak çıkabildik. Benimle birlikte gazeteci arkadaşlarımdan da yararlananlar oldu. Zaten orada çeşitli zamanlarda beraber mesai yaptığımız gazeteci arkadaşlar hayatını kaybetti. Buna biraz da alışmıştık. Arkadaşım BBC Tahran Muhabiri Kaveh Golestan Pulitzer ödülü almış, geçmişte başarılı bir foto-muhabiri idi. Ayrıca aramızda bir dostluk oluşmuştu. İnsan olarak örnek alınacak biriydi. Süleymaniye’nin Güneyinde, Kifri denen bir bölgede, mayın patlaması sonucu hayatını kaybetti. Anısını yad etmek istedim.
‘ÇOK ZOR BİR SÜREÇTİ’
Kitabınıza anlattığınız dönem ABD’nin
Irak’ı işgal sürecini de ele alıyor. Bir işgalin haberini takip etmeye
çalıştınız. Mesleğinizi nasıl yapmaya çalıştınız?
Bu süreçte Türk basınında çalıştığımız için, çok zorluklar çektik. Çünkü o zaman Türkiye ile Irak Federe Kürt Bölgesi Hükümeti arasında çeşitli sorunlar vardı. Tezkere meselesi vardı. Türk askeri bölgeye girecek söylentileri çalkalanıyordu. Bunun faturasını ise Türk basınında çalışan gazeteciler ödedik. Devamlı denetim altında tutulduk. Her yere serbestçe girmemize izin verilmiyordu. Halbuki yabancı basın daha rahat çalışabiliyordu.
Bu süreçte Türk basınında çalıştığımız için, çok zorluklar çektik. Çünkü o zaman Türkiye ile Irak Federe Kürt Bölgesi Hükümeti arasında çeşitli sorunlar vardı. Tezkere meselesi vardı. Türk askeri bölgeye girecek söylentileri çalkalanıyordu. Bunun faturasını ise Türk basınında çalışan gazeteciler ödedik. Devamlı denetim altında tutulduk. Her yere serbestçe girmemize izin verilmiyordu. Halbuki yabancı basın daha rahat çalışabiliyordu.
İkincisi, savaş ve işgal başladıktan sonra her sabah sıcak cephelere
gidiyorduk. Bazen geceleri de çatışmaları izliyorduk. Arazi zaten mayınlarla
dolu idi. Çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Ne kadar da tedbirli olsan,
neticede savaşın ortasındasın. Daha sonra kentler düşmeye başladı. Kent
savaşları bir gazeteci için daha da tehlikeli oluyordu. Bütün bu kaos ve
karmaşa arasında bir de haber toplama ve geçme işi ile uğraşıyorduk. Çok zor
bir süreçti.
MEDYADA ÖNCE ARAZİ HABERCİLİĞİ BİTİRİLDİ
Medyanın tamamı neredeyse iktidarın kontrolüne
geçtiği bir dönemdeyiz. Ve şimdi gündemin sıcak meselelerin başında Suriye var.
Irak işgali dönemi ile şimdi yapılan gazeteciliği karşılaştıracak
olursanız neler diyeceksiniz?
1994 yılından itibaren Güneydoğu ve Ortadoğu’da gazetecilik yapıyorum. 2003 Irak işgalini baştan sona izledim. Yıllarca Güneydoğu’da çalıştım. Savaştan önce Suriye’nin çoğunu dolaştım. İç savaşta da Suriye’de bulundum. 1990’larda Lübnan’da bulundum. 2006’da Lübnan’da İsrail-Hizbullah Savaşında görev yaptım. Kısmen Libya iç savaşında habercilik yaptım. Bunları şunun için söylüyorum, o yıllarda haberciliği yerinde yapıyorduk. Olanları aktarmaya çalışıyorduk. Bir örnek vereyim; 1990’lı, 2000’li yılların başında, Diyarbakır, Şırnak, Hakkari veya Cizre’de bir olay olduğu zaman, yüzlerce gazeteci bölgeye akın ediyorduk. Aylarca arazide haber takibi yapıyorduk. Bu durum 2007’den itibaren yavaş yavaş değişmeye başladı. Zamanla değişim hızlandı. Medyada önce arazi haberciliği bitirildi. İşinin ehli gazeteciler tasfiye edildi. İşten atıldı. Binlerce gazeteci işsiz bırakıldı. Bunun yerine hiç bölgeyi gezmemiş gazetecilik türü başladı. Her şey stüdyolarda ağırlanan bu gazetecilere bırakıldı. Böylece laf kalabalığı ve manipülasyon başladı. Gerçekler halktan gizlenmeye başlandı. Benim çalıştığım 1990’lı yıllarda merkez medya da dahi her görüşten gazeteciye rastlamak mümkündü. Arkadaşça yan yana çalışabiliyorduk. Bu renklilikte yok edildi. Medyanın belli ellerde toplanmasıyla ve medya patronlarının siyasal iktidarla olan ticari ilişkileri de bu süreci hızlandırdı. Sonra günümüzde gördüğümüz tek sesli habercilik anlayışı başladı. Muhalif basın üzerinde de inanılmaz baskılar arttı. Bunun en büyük zararını Türkiye halkı çekti, çekiyor. Kısmen var olan haber alma hakkı da elinden alındı. Bir gazeteci olarak bir çok yazı ve haberi batı basınından takip ediyorum. ‘Arazide olsam bende böyle yapardım’ diyorum. Fakat bunu yayınlayacak mecra yok artık. Bunun neticesinde internet haberciliği gelişti. Bir çok deneyimli haberci buralara kaydı. Bu haber siteleri veya iki, üç gazetenin de imkanları çok kısıtlı. Seslerini fazla duyuramıyorlar. İmkanlarınız olmadığı zaman teknolojik habercilikte de etkili olamıyorsunuz kısacası. Son ekonomik krizlerle birlikte özgür basının durumu da çok zorlaştı...
1994 yılından itibaren Güneydoğu ve Ortadoğu’da gazetecilik yapıyorum. 2003 Irak işgalini baştan sona izledim. Yıllarca Güneydoğu’da çalıştım. Savaştan önce Suriye’nin çoğunu dolaştım. İç savaşta da Suriye’de bulundum. 1990’larda Lübnan’da bulundum. 2006’da Lübnan’da İsrail-Hizbullah Savaşında görev yaptım. Kısmen Libya iç savaşında habercilik yaptım. Bunları şunun için söylüyorum, o yıllarda haberciliği yerinde yapıyorduk. Olanları aktarmaya çalışıyorduk. Bir örnek vereyim; 1990’lı, 2000’li yılların başında, Diyarbakır, Şırnak, Hakkari veya Cizre’de bir olay olduğu zaman, yüzlerce gazeteci bölgeye akın ediyorduk. Aylarca arazide haber takibi yapıyorduk. Bu durum 2007’den itibaren yavaş yavaş değişmeye başladı. Zamanla değişim hızlandı. Medyada önce arazi haberciliği bitirildi. İşinin ehli gazeteciler tasfiye edildi. İşten atıldı. Binlerce gazeteci işsiz bırakıldı. Bunun yerine hiç bölgeyi gezmemiş gazetecilik türü başladı. Her şey stüdyolarda ağırlanan bu gazetecilere bırakıldı. Böylece laf kalabalığı ve manipülasyon başladı. Gerçekler halktan gizlenmeye başlandı. Benim çalıştığım 1990’lı yıllarda merkez medya da dahi her görüşten gazeteciye rastlamak mümkündü. Arkadaşça yan yana çalışabiliyorduk. Bu renklilikte yok edildi. Medyanın belli ellerde toplanmasıyla ve medya patronlarının siyasal iktidarla olan ticari ilişkileri de bu süreci hızlandırdı. Sonra günümüzde gördüğümüz tek sesli habercilik anlayışı başladı. Muhalif basın üzerinde de inanılmaz baskılar arttı. Bunun en büyük zararını Türkiye halkı çekti, çekiyor. Kısmen var olan haber alma hakkı da elinden alındı. Bir gazeteci olarak bir çok yazı ve haberi batı basınından takip ediyorum. ‘Arazide olsam bende böyle yapardım’ diyorum. Fakat bunu yayınlayacak mecra yok artık. Bunun neticesinde internet haberciliği gelişti. Bir çok deneyimli haberci buralara kaydı. Bu haber siteleri veya iki, üç gazetenin de imkanları çok kısıtlı. Seslerini fazla duyuramıyorlar. İmkanlarınız olmadığı zaman teknolojik habercilikte de etkili olamıyorsunuz kısacası. Son ekonomik krizlerle birlikte özgür basının durumu da çok zorlaştı...
Afrin’e harekat başladığı zaman, deneyimli bir gazeteci arkadaşım, ‘bölgeye
girip öbür taraftan haber aktarabilir misin?’ demişti. Ben de bir çok riski
alarak bunu yapabilirim demiştim. Fakat yaptığım haberleri herhangi bir basın
mecrasında yayımlayabilir misin? demiştim. O da, ‘bu garantiyi veremem’ dedi.
Son durum bundan ibaret.
MEZOPOTAMYA KÜLTÜRÜNE EV SAHİPLİĞİ YAPAN MÜZELER TALAN
EDİLDİ
ABD ve müttefikleri “istikrar ve
demokrasi” vaadiyle Irak’ı işgal ettiler. Irak söz konusu tarihten beri deyim
yerindeyse gün yüzü görmedi. O günden bugün şöyle baktığınız da neler
diyeceksiniz?
Savaşın ve işgalin bir “istikrar ve demokrasi” kandırmacası olarak yutturulması gerekiyordu. ABD ve müttefiklerini amacını bir gazeteci olarak biliyordum. Bunu günümüze kadar olan süreçte acı bir şekilde gördük. Milyonlarca insan yerinden ve yurdundan edildi. Büyük işkenceler yaşandı. Yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Irak’ın bütün altyapısı yok edildi. Binlerce yıllık Mezopotamya kültür hazinesine ev sahipliği yapan ülkenin müzeleri talan edildi. Bütün tarihi eserler yağmalandı. Batılı ülkelerin koleksiyonlarına taşıdı, bir şekilde. Bir de Irak’ta petrol vardı. Bunlar da Batılı petrol şirketlerine akıtıldı. Bu süreç hâlâ devam ediyor. Bir de gözden kaçan bir konu, Irak hükümeti devamlı İsrail için tehlike arz ediyordu. Ve taciz ediyordu. Bir nevi modern ve emperyalist bir haçlı seferi diyebiliriz. Tek fark bunun içinde bazı Arap ve İslam ülkeleri de vardı. Tabi ki Irak’ın bu sürece gelmesinde Saddam Hüseyin’inde büyük hatalarını gözardı etmemek gerekir.
Savaşın ve işgalin bir “istikrar ve demokrasi” kandırmacası olarak yutturulması gerekiyordu. ABD ve müttefiklerini amacını bir gazeteci olarak biliyordum. Bunu günümüze kadar olan süreçte acı bir şekilde gördük. Milyonlarca insan yerinden ve yurdundan edildi. Büyük işkenceler yaşandı. Yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Irak’ın bütün altyapısı yok edildi. Binlerce yıllık Mezopotamya kültür hazinesine ev sahipliği yapan ülkenin müzeleri talan edildi. Bütün tarihi eserler yağmalandı. Batılı ülkelerin koleksiyonlarına taşıdı, bir şekilde. Bir de Irak’ta petrol vardı. Bunlar da Batılı petrol şirketlerine akıtıldı. Bu süreç hâlâ devam ediyor. Bir de gözden kaçan bir konu, Irak hükümeti devamlı İsrail için tehlike arz ediyordu. Ve taciz ediyordu. Bir nevi modern ve emperyalist bir haçlı seferi diyebiliriz. Tek fark bunun içinde bazı Arap ve İslam ülkeleri de vardı. Tabi ki Irak’ın bu sürece gelmesinde Saddam Hüseyin’inde büyük hatalarını gözardı etmemek gerekir.
Irak bu işgal ile birlikte teröre açık hale geldi. Bir çok el Kaide hücresi
ülkeye sızdı. Mezhep çatışmaları başladı. Bu günümüze kadar devam etti. IŞİD
Irak’ta büyüdü ve bütün Ortadoğu ve dünyayı tehdit edecek hale geldi. Bunlar
tesadüfi sonuçlar değil tabi ki bence. Birileri bunu kurguladı. Irak’taki
işgalin sonuçlarını bir nevi Suriye iç savaşında gördük diyebilirim.
ARKA PLANDA PETROL VE ENERJİ SAVAŞLARI VAR
Irak'ın işgalinin ardından devam eden
süreç Suriye’de iç savaşla sürüyor. Öncesi bir yana Irak işgalinden sonra
Ortadoğu’da gerilim ve savaş eksik olmadı. Bölgede daha önce de gazetecilik
yapmış biri olarak neler diyeceksiniz?
Geçmişte başlayıp Irak’tan sonra Suriye’ye kadar uzanan kan ve gözyaşının tohumları, aynı merkezler tarafından ekildi. Bugün sadece sonuçlarını yaşıyoruz. Bu süreç daha da devam edecek diyebilirim. Ortadoğu ve özelinde Suriye’de yaşananlar bir senaryonun çeşitli parçaları. Bunun plan ve projelerini batılı emperyal güçler yaptı. Finans ve lojistik desteğini bölge ülkeleri yaptı. Bunlar arasında Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler var. Tabi ki burada İsrail’in beka sorununu da unutmamak gerekir. Bunun ucu ülkemize kadar uzanıyor. Özellikle Suriye iç savaşında. Sonuçta baktığınız da bölgede Müslüman ülkelerin gençleri buna alet ediliyor. Böylece mezhepsel ve ırksal çatışmalar yaşanıyor. Bunu arka planına baktığınız zaman, durumun bir petrol ve doğal yani enerji savaşları olduğuna görebilirsiniz. Avrupa ve Batı bu savaşları kendi aralarında yüzlerce yıl denedi. İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren bunu noktaladı. Günümüzde ise aynı senaryo Ortadoğu’da sahneleniyor. Bunu görmek gerekir. Daha ne kadar süreceği de belli değil. Çünkü İslam dünyasında bir cahiliye dönemi yaşanıyor. İslam şiddet ile anılmaya başlanıyor.
Geçmişte başlayıp Irak’tan sonra Suriye’ye kadar uzanan kan ve gözyaşının tohumları, aynı merkezler tarafından ekildi. Bugün sadece sonuçlarını yaşıyoruz. Bu süreç daha da devam edecek diyebilirim. Ortadoğu ve özelinde Suriye’de yaşananlar bir senaryonun çeşitli parçaları. Bunun plan ve projelerini batılı emperyal güçler yaptı. Finans ve lojistik desteğini bölge ülkeleri yaptı. Bunlar arasında Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler var. Tabi ki burada İsrail’in beka sorununu da unutmamak gerekir. Bunun ucu ülkemize kadar uzanıyor. Özellikle Suriye iç savaşında. Sonuçta baktığınız da bölgede Müslüman ülkelerin gençleri buna alet ediliyor. Böylece mezhepsel ve ırksal çatışmalar yaşanıyor. Bunu arka planına baktığınız zaman, durumun bir petrol ve doğal yani enerji savaşları olduğuna görebilirsiniz. Avrupa ve Batı bu savaşları kendi aralarında yüzlerce yıl denedi. İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren bunu noktaladı. Günümüzde ise aynı senaryo Ortadoğu’da sahneleniyor. Bunu görmek gerekir. Daha ne kadar süreceği de belli değil. Çünkü İslam dünyasında bir cahiliye dönemi yaşanıyor. İslam şiddet ile anılmaya başlanıyor.
Diğer taraftan baktığınız zaman, Suud ve Körfez sermayesinin büyük kısmı
ABD ve Batı ülkelerinde, beraber iş ve ticaret ilişkileri var. Arap sermayesi
ve zenginleri batı emperyal güçleri ile ortaklık yaparken, buna Yahudi
sermayesi de dahil, Arap sokakları ve halkını bunlara karşı düşmanlık oyunu ile
uyutmaktadır.
EVRENSEL GAZETESİ RÖP.
- Gazetecilik anılarınızı kitaplaştırma gereğini neden
duydunuz?
2003 Irak İşgalini bir haberci olarak yerinden izlemek ve haberleştirmek
için uzun bir yolculuk yaptım. O zaman gazetecilerin Habur'dan Irak Kürk
Bölgesine geçişine izin verilmiyordu. Bu nedenle yasal yollarla, Nusaybin'den,
Suriye Kamışlıya geçtim. Oradan da Doğuya yolculuk yaparak Rabia sınır
kapısından, Telafer üzerinden o zaman Saddam'ın denetiminde olan Musul'a
ulaştım. Orada bir hafta kaldıktan sonra, Federe Kürt Bölgesine ancak
geçebildi. Bu yolculuk sırasında ilginç anılarım oldu. Yolculuğum daha Savaş
başlamadan iki ay önce gerçekleştirdim. Çünkü ABD'nin İşgale girişeceğini
kestire bilmiştim. Bir ay politik ve diplomatik girişimlerden sonra, İşgal
başladı. Bu süre boyunca bir günlük tutarak, tarihi ile birlikte kısa notlar
aldım. Bölgede tarihsel bir dönüşüme bir gazeteci olarak da tanık olmak
istedim. Kitap bu notlardan çıktı. Bir gazetecilik anısı olarak, şahit
olduklarımın kalıcı olmasını istedim.
- Kitabınıza 2 Nisan 2003’te Süleymaniye’de mayın patlaması sonucu yaşamını
yitiren meslektaşınız BBC Tahran muhabiri Kaveh Golestan’a adanız. Siz de
Musul’da saldırıya maruz kaldınız ve yaralı kurtuldunuz. Neler söylemek
istersiniz?
Ben uzun yıllar çatışmalı bölgeler ve Ortadoğu'da gazetecilik yaptım.
Mesleğin tehlikesinin farkındaydım. Aslında Savaş boyunca çok tehlikeler
yaşadık. Fakat Nisan 2003'de Musul'da çatışmaların ortasında kaldık. Aracımız
tarandı. Mucize eseri olarak çıkabildik. Ben ve bazı arkadaşlarımız yaralandı.
Zaten orada çeşitli zamanlarda beraber mesai yaptığımız gazeteci arkadaşlar
hayatını kaybetti. Buna biraz da alışmıştık. Arkadaşım BBC Tahran muhabiri
Kaveh Golestan’ aslında Pulitzer ödülü almış, geçmişte başarılı bir
foto-muhabiri idi. Ayrıca aramızda bir dostluk oluşmuştu. İnsan olarak örnek
alınacak bir arkadışımdı. Süleymaniye'nin Güneyinde, Kifri denen bir bölgede,
mayıs patlaması sonucu hayatını kaybetti. Anısını yad etmek istedim.
- Kitabınıza anlattığınız dönem ABD’nin Irak’ı işgal sürecini ele alıyor.
Bir işgalin haberini takip etmeye çalıştınız. Nelerle karşılaştınız?
Gazetecilik mesleğinizi nasıl yapmaya çalıştınız?
Bu süreçte Türk basınında çalıştığımız için, çok zorluklar çektik. Çünkü o
zaman Türkiye ile Irak Federe Kürt Bölgesi Hükümeti arasında çeşitli sorunlar
vardı. Tezkere meselesi vardı. Türk Askeri Bölgeye girecek söylentileri
çalkalanıyordu. Bunun faturası ise biz Türk Basını'da çalışan gazeteciler
yaşadık. Devanlı denetim altında tutulduk. Her yere serbestçe girmemize izin
verilmiyordu. Halbuki yabancı basın daha rahat çalışabiliyordu.
İkincisi, Savaş ve İşgal başladıktan sonra her sabah sıcak cephelere
gidiyorduk. Bazen geceleri de çatışmaları izliyorduk. Arazi zaten mayınlarla
dolu idi. Çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Ne kadar da tedbirli olsan,
neticede savaşın ortasındasın. Daha sonra kentler düşmeye başladı. Kent
savaşları bir gazteci için daha da tehlikeli oluyordu. Bütün bu kaos ve karmaşa
arasında bir de haber toplama ve geçme işi ile uğraşıyorduk. Çok zor bir
süreçti.
- ABD ve müttefikleri “İstikrar ve demokrasi” vaadiyle Irak’ı işgal ettiler. Irak söz konusu tarihten beri deyim yerindeyse gün yüzü görmedi. Kitabınızda Türkiye’nin o dönem Mecliste Irak Tezkeresini kabul etmemesinden dolayı Türkiye’den giden gazetecilere karşı halkın bir sempatiyle baktığına dair vurgulanırız var. O günden bugün şöyle baktığınız da neler diyeceksiniz?
Savaşın ve işgalin bir "istikrar ve demokrasi" kandırmacası
olarak yutturulması gerekiyordu. ABD' ve müttefiklerini amacını bir gazeteci
olarak biliyordum. Bunu günümüze kadar olan süreçte acı bir şekilde gördük.
Milyonlarca insan yerinden ve yurdundan edildi.Büyük işkenceler yaşandı.
Yüzbinlerce insan yaşamını yitirdi. Irak'ın bütün altyapısı yok edildi.
Binlerce yıllık Mezopotamya kültür hazinesine ev sahipliği yapan ülkenin
müzeleri talan edildi. Bütün tarihi eserler yağmalandı. Batılı ülkelerin
koleksiyonlarına taşıdı, bir şekilde. Bir de Irak'ta petrol vardı. Bunlar da
Batılı petrol şirketlerine akıtıldı. Bu süreç hala devam ediyor.
Bir de gözden kaçan bir konu, Irak Hükümeti devamlı İsrail için tehlike arz
ediyordu. Ve taciz ediyordu. Bir nevi modern ve emperyalist bir haçlı seferi
diyebiliriz. Tek fark bunun içinde bazı Arap ve İslam Ülkeleri de vardı. Tabi
ki Irak'ın bu sürece gelmesinde Saddam Hüseyin'inde büyük hatalarını gözardı
etmemek gerekir.
Irak bu işgal ile birlikte teröre açık hale geldi. Bir çok El Kaide hücresi
ülkeye sızdı. Mezhep çatışmaları başladı. Bu günümüze kadar devam etti. İŞİD
Irak'ta büyüdü ve bütün Ortadoğu ve Dünya'yı tehdit edecek hale geldi. Bunlar
tesadüfi sonuçlar değil tabi ki bence. Birileri bunu kurguladı. Irak'taki İşgal'in
sonuçlarını bir nevi Suriye iç savaşında gördük diyebilirim.
- Irak’ın işgalinin ardından devam eder süreçte Suriye’de iç savaş yaşandı. Yine dram ve trajedi yaşanıyor. Öncesi bir yana Irak işgalinden sonra Ortadoğu’da gerilim ve savaş eksik olmadı. Bölgede daha önce de gazetecilik yapmış biri olarak neler diyeceksiniz?
Geçmişte başlayıp Irak'tan sonra Suriye'ye kadar uzanan kan ve gözyaşının
tohumları, aynı merkezler tarafından ekildi. Bugün sadece sonuçlarını
yaşıyoruz. Bu süreç daha da devam edecek diyebilirim. Orta doğu ve özelinde
Suriye'de yaşananlar bir senaryonun çeşitli parçaları. Bunun plan ve
projelerini batılı Emperyal güçler yaptı. Finans ve lojistik desteğini bölge
ülkeleri yaptı. Bunlar arasında Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri
gibi ülkeler var. Tabi ki burada İsrail'in beka sorununu da unutmamak gerekir.
Bunun ucu ülkemize kadar uzanıyor. Özellikle Suriye iç savaşında. Sonuçta
baktığınız da bölgede Müslüman ülkelerin gençleri buna alet ediliyor. Böylece
mezhepsel ve ırksal çatışmalar yaşanıyor. Bunu arka planına baktığınız zaman,
durumun bir petrol ve doğal yani enerji savaşları olduğuna görebilirsiniz.
Avrupa ve Batı bu savaşları kendi aralarında yüzlerce yıl denedi. İkinci Dünya
Savaşı'ndan itibaren bunu noktaladı. Günümüzde ise aynı senaryo Orta doğu'da
sahneleniyor. Bunu görmek gerekir. Daha ne kadar süreceği de belli değil. Çünkü
İslam Dünya'ında bir cahiliye dönemi yaşanıyor. İslam şiddet ile anılmaya
başlanıyor.
Diğer taraftan baktığınız zaman, Suud ve Körfez Sermayesinin büyük kısmı
ABD ve Batı Ülkelerinde. beraber iş ve ticaret ilişkileri var. Yani ortaklar.
Buna Yahudi Sermayesi de dahil. Arap sokakları, halk ve kamuoyu ise hem İsrail,
ABD ve Batı karşıtı. Özelikle halk bu şekilde uyutuluyor.Veya gerçekten böyle.
Burada büyük bir çelişki var.
- Türkiye’deki medyanın tamamı neredeyse iktidarın kontrolüne geçtiği bir
dönemdeyiz. Ve şimdi gündemin sıcak meselelerin başında Suriye var. Sizin görev
yaptığınız Irak işgali döneminde şimdi yapılan gazeteciliği karşılaştıracak
olursanız neler diyeceksiniz? Bir yanda gelişen teknoloji var. Buna rağmen
yapılan gazeteciliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
1994 yılından itibaren Güneydoğu ve Orta doğu'da gazetecilik yapıyorum.
2003 Irak İşgalini baştan sona izledim. Yıllarca Güneydoğu'da çalıştım.
Savaştan önce Suriye'nin çoğunu dolaştım. İç Savaşta da Suriye'de bulundum.
1990'larda Lübnan'da bulundum. 2006'da Lübnan'da İsrail-Hizbullah Savaşı'nda
görev yaptım. Kısmen Libya iç savaşında habercilik yaptım. Bunları şunun için
yazıyorum, o yıllarda haberciliği yerinde yapıyorduk. Olanları aktarmaya
çalışıyorduk. Bir örnek vereyim, 1990'lı veya 2000'li yıllarda,
Diyarbakır, Şırnak, Hakkari veya Cizre'de bir olay olduğu zaman, yüzlerce
gazeteci bölgeye akın ediyordu. Aylarca aracize haber takibi yapıyorduk. Bu
durum 2007 yıllarında itibaren yavaş yavaş değişmeye başladı. Zamanla değişim
hızlandı. Medyada önce bu tarz arazi haberciliği bitirildi. İşinin ehli
gazeteciler tasfiye edildi. İşten atıldı. Bunun yerine hiç bölgeyi gezmemiş
gazetecilik türü başladı. Her şey stüdyolarda ağırlanan bu gazetecilere
bırakıldı. Böylece laf kalabalığı ve manipülasyon başladı. Gerçekler halktan
gizlenmeye başlandı.Ardından binlerce gazeteci işsiz bırakıldı.
Benim çalıştığım 1990'lı yıllarda merkez medya da dahi her görüşten
gazeteciye rastlamak mümkündü. Arkadaşça yan yana çalışabiliyorduk. Bu
renklilikte yok edildi. Medya'nın belli ellerde toplanmasıyla ve Medya
Patronlarının Siyasal iktidarla olan olan ticari ilişkileri de bu süreci
hızlandırdı. Sonra günümüzde gördüğümüz tek sesli habercilik anlayışı başladı.
Muhalif basın üzerinde de inanılmaz baskılar gelişti. Bunun en büyük zararını
Türkiye halkı çekti, çekiyor. Kısmen var olan haber alma hakkı da elinden
alındı. Ben bir gazeteci olarak bir çok yazı ve haberi batı basınından takip
ediyorum. Diyorum ki aslında bende bunları görebiliyorum veya arazide olsam
bende böyle yazardım diyorum. Fakat bunu yayınlayacak mecra yok artık. Bunun
neticesinde internet haberciliği gelişti. Bir çok deneyimli haberci buralara
kaydı. Bu haber siteleri veya iki, üç gazetenin de imkanları çok kısıtlı.
Seslerini fazla duyuramıyorlar. İmkanlarınız olmadığı zaman teknolojik
habercilikte de etkili olamıyorsunuz kısacası. Son ekonomik krizlerle birlikte
özgür basının durumu da çok zorlaştı. Teknoloji gelişti fakat insanlar pek
gelişmedi. Teknolojinin tek avantajı dünyadaki haber kaynaklarını daha kolay
takip etmemizi sağladı. Bunu da çok az insan verimli kullanabiliyor. Afrin'e
harekat başladığı zaman, deneyimli bir gazeteci arkadaşım bölgeye girip öbür
taraftan haber aktarabilir misin? demişti. Ben de bir çok riski alarak bunu
yapabilirim demiştim. Fakat yaptığım haberleri herhangi bir basın mecrasında
yayımlayabilir misin? demiştim. O da bu garantiye veremem dedi. Son durum bundan
ibaret.
Son Düzenlenme Tarihi: 09 Eylül 2018 18:49
No comments:
Post a Comment