Thursday, December 5, 2019

'Saha gazeteciliği bitirildi, stüdyo konukları ile gerçekler gizleniyor'



Kemal Batur
'Saha gazeteciliği bitirildi, stüdyo ile gerçekler gizleniyor'
·  MEDYA- Şerif KARATAŞ-İstanbul (Evrensel Gazetesi)

  
 10 Eylül 2018 03:40
      Flip
Uzun yıllar sahada haber takibi yapan Kemal Batur: Saha gazeteciliği bitirildi, stüdyo gazeteciliğiyle gerçekler gizleniyor.
Gazeteci Kemal Batur 2003’te 2. Körfez Savaşı ile Irak’ın işgalini haberci olarak izledi. Haber takibi sırasında bulundukları araca yapılan saldırıda Batur, elinden yaralandı, iki parmağını kaybetti. Haberci olarak takip ettiği savaştaki anılarını Musul Yanıyorken üst başlığıyla Haberciler Ateş Altında adlı kitapta topladı. Kitap Fam Yayınlarından çıktı. Kemal Batur’la kitabını konuştuk. Uzun yıllar sahada haber takibi yapan Batur, bu durumun 2007’den itibaren değişmeye başladığını söyledi. Batur, “Medyada önce arazi haberciliği bitirildi. İşinin ehli gazeteciler tasfiye edildi. Bunun yerine hiç bölgeyi gezmemiş gazetecilik türü başladı. Her şey stüdyolarda ağırlanan bu gazetecilere bırakıldı. Böylece laf kalabalığı ve manipülasyon başladı. Gerçekler halktan gizlenmeye başlandı” ifadeleriyle anlattı. Bu durumun giderek tek sesli haberciliğe doğru gittiğini de söyleyen Batur, “Muhalif basın üzerinde de inanılmaz baskılar arttı. Bunun en büyük zararını Türkiye halkı çekti, çekiyor” dedi. Batur’un sorularımızı yanıtları şöyle; 
Gazetecilik anılarınızı kitaplaştırma gereğini neden duydunuz? 
Kemal Batur
2003 Irak İşgalini bir haberci olarak yerinden izlemek ve haberleştirmek için uzun bir yolculuk yaptım. O zaman gazetecilerin Habur’dan Irak Federe Kürt Bölgesine geçişine izin verilmiyordu. Bu nedenle yasal yollarla, Nusaybin’den, Suriye Kamışlı’ya geçtim. Oradan da doğuya yolculuk yaparak Rabia sınır kapısından, Telafer üzerinden o zaman Saddam’ın denetiminde olan Musul’a ulaştım. Orada bir hafta kaldıktan sonra, Irak Federe Kürt Bölgesine ancak geçebildim. Bu yolculuk sırasında ilginç anılarım oldu. Yolculuğum daha savaş başlamadan iki ay önce gerçekleştirdim. Çünkü ABD’nin İşgale girişeceğini kestire bilmiştim. Bir ay politik ve diplomatik girişimlerden sonra, işgal başladı. Bu süre boyunca bir günlük tutarak, tarihi ile birlikte kısa notlar aldım. Bölgede tarihsel bir dönüşüme bir gazeteci olarak da tanık olmak istedim. Kitap bu notlardan çıktı. Bir gazetecilik anısı olarak, şahit olduklarımın kalıcı olmasını istedim. 
Kitabınızı 2 Nisan 2003’te Süleymaniye’de mayın patlaması sonucu yaşamını yitiren meslektaşınız BBC Tahran muhabiri Kaveh Golestan’a adanız. Siz de Musul’da saldırıya maruz kaldınız ve yaralı kurtuldunuz. Neler söylemek istersiniz? 
Uzun yıllar çatışmalı bölgeler ve Ortadoğu’da gazetecilik yaptım. Mesleğin tehlikesinin farkındaydım. Aslında savaş boyunca çok tehlikeler yaşadık. Fakat Nisan 2003’te Musul’da çatışmaların ortasında kaldık. Aracımız tarandı. Mucize eseri olarak çıkabildik. Benimle birlikte gazeteci arkadaşlarımdan da yararlananlar oldu. Zaten orada çeşitli zamanlarda beraber mesai yaptığımız gazeteci arkadaşlar hayatını kaybetti. Buna biraz da alışmıştık. Arkadaşım BBC Tahran Muhabiri Kaveh Golestan Pulitzer ödülü almış, geçmişte başarılı bir foto-muhabiri idi. Ayrıca aramızda bir dostluk oluşmuştu. İnsan olarak örnek alınacak biriydi. Süleymaniye’nin Güneyinde, Kifri denen bir bölgede, mayın patlaması sonucu hayatını kaybetti. Anısını yad etmek istedim.
‘ÇOK ZOR BİR SÜREÇTİ’
Kitabınıza anlattığınız dönem ABD’nin Irak’ı işgal sürecini de ele alıyor. Bir işgalin haberini takip etmeye çalıştınız. Mesleğinizi nasıl yapmaya çalıştınız? 
Bu süreçte Türk basınında çalıştığımız için, çok zorluklar çektik. Çünkü o zaman Türkiye ile Irak Federe Kürt Bölgesi Hükümeti arasında çeşitli sorunlar vardı. Tezkere meselesi vardı. Türk askeri bölgeye girecek söylentileri çalkalanıyordu. Bunun faturasını ise Türk basınında çalışan gazeteciler ödedik. Devamlı denetim altında tutulduk. Her yere serbestçe girmemize izin verilmiyordu. Halbuki yabancı basın daha rahat çalışabiliyordu. 
İkincisi, savaş ve işgal başladıktan sonra her sabah sıcak cephelere gidiyorduk. Bazen geceleri de çatışmaları izliyorduk. Arazi zaten mayınlarla dolu idi. Çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Ne kadar da tedbirli olsan, neticede savaşın ortasındasın. Daha sonra kentler düşmeye başladı. Kent savaşları bir gazeteci için daha da tehlikeli oluyordu. Bütün bu kaos ve karmaşa arasında bir de haber toplama ve geçme işi ile uğraşıyorduk. Çok zor bir süreçti.
MEDYADA ÖNCE ARAZİ HABERCİLİĞİ BİTİRİLDİ
Medyanın tamamı neredeyse iktidarın kontrolüne geçtiği bir dönemdeyiz. Ve şimdi gündemin sıcak meselelerin başında Suriye var.  Irak işgali dönemi ile şimdi yapılan gazeteciliği karşılaştıracak olursanız neler diyeceksiniz? 
1994 yılından itibaren Güneydoğu ve Ortadoğu’da gazetecilik yapıyorum. 2003 Irak işgalini baştan sona izledim. Yıllarca Güneydoğu’da çalıştım. Savaştan önce Suriye’nin çoğunu dolaştım. İç savaşta da Suriye’de bulundum. 1990’larda Lübnan’da bulundum. 2006’da Lübnan’da İsrail-Hizbullah Savaşında görev yaptım. Kısmen Libya iç savaşında habercilik yaptım. Bunları şunun için söylüyorum, o yıllarda haberciliği yerinde yapıyorduk. Olanları aktarmaya çalışıyorduk. Bir örnek vereyim; 1990’lı, 2000’li yılların başında, Diyarbakır, Şırnak, Hakkari veya Cizre’de bir olay olduğu zaman, yüzlerce gazeteci bölgeye akın ediyorduk. Aylarca arazide haber takibi yapıyorduk. Bu durum 2007’den itibaren yavaş yavaş değişmeye başladı. Zamanla değişim hızlandı. Medyada önce arazi haberciliği bitirildi. İşinin ehli gazeteciler tasfiye edildi. İşten atıldı. Binlerce gazeteci işsiz bırakıldı. Bunun yerine hiç bölgeyi gezmemiş gazetecilik türü başladı. Her şey stüdyolarda ağırlanan bu gazetecilere bırakıldı. Böylece laf kalabalığı ve manipülasyon başladı. Gerçekler halktan gizlenmeye başlandı. Benim çalıştığım 1990’lı yıllarda merkez medya da dahi her görüşten gazeteciye rastlamak mümkündü. Arkadaşça yan yana çalışabiliyorduk. Bu renklilikte yok edildi. Medyanın belli ellerde toplanmasıyla ve medya patronlarının siyasal iktidarla olan ticari ilişkileri de bu süreci hızlandırdı. Sonra günümüzde gördüğümüz tek sesli habercilik anlayışı başladı. Muhalif basın üzerinde de inanılmaz baskılar arttı. Bunun en büyük zararını Türkiye halkı çekti, çekiyor. Kısmen var olan haber alma hakkı da elinden alındı. Bir gazeteci olarak bir çok yazı ve haberi batı basınından takip ediyorum. ‘Arazide olsam bende böyle yapardım’ diyorum. Fakat bunu yayınlayacak mecra yok artık. Bunun neticesinde internet haberciliği gelişti. Bir çok deneyimli haberci buralara kaydı. Bu haber siteleri veya iki, üç gazetenin de imkanları çok kısıtlı. Seslerini fazla duyuramıyorlar. İmkanlarınız olmadığı zaman teknolojik habercilikte de etkili olamıyorsunuz kısacası. Son ekonomik krizlerle birlikte özgür basının durumu da çok zorlaştı... 
Afrin’e harekat başladığı zaman, deneyimli bir gazeteci arkadaşım, ‘bölgeye girip öbür taraftan haber aktarabilir misin?’ demişti. Ben de bir çok riski alarak bunu yapabilirim demiştim. Fakat yaptığım haberleri herhangi bir basın mecrasında yayımlayabilir misin? demiştim. O da, ‘bu garantiyi veremem’ dedi. Son durum bundan ibaret. 
MEZOPOTAMYA KÜLTÜRÜNE EV SAHİPLİĞİ YAPAN MÜZELER TALAN EDİLDİ
ABD ve müttefikleri “istikrar ve demokrasi” vaadiyle Irak’ı işgal ettiler. Irak söz konusu tarihten beri deyim yerindeyse gün yüzü görmedi. O günden bugün şöyle baktığınız da neler diyeceksiniz? 
Savaşın ve işgalin bir “istikrar ve demokrasi” kandırmacası olarak yutturulması gerekiyordu. ABD ve müttefiklerini amacını bir gazeteci olarak biliyordum. Bunu günümüze kadar olan süreçte acı bir şekilde gördük. Milyonlarca insan yerinden ve yurdundan edildi. Büyük işkenceler yaşandı. Yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Irak’ın bütün altyapısı yok edildi. Binlerce yıllık Mezopotamya kültür hazinesine ev sahipliği yapan ülkenin müzeleri talan edildi. Bütün tarihi eserler yağmalandı. Batılı ülkelerin koleksiyonlarına taşıdı, bir şekilde. Bir de Irak’ta petrol vardı. Bunlar da Batılı petrol şirketlerine akıtıldı. Bu süreç hâlâ devam ediyor. Bir de gözden kaçan bir konu, Irak hükümeti devamlı İsrail için tehlike arz ediyordu. Ve taciz ediyordu. Bir nevi modern ve emperyalist bir haçlı seferi diyebiliriz. Tek fark bunun içinde bazı Arap ve İslam ülkeleri de vardı. Tabi ki Irak’ın bu sürece gelmesinde Saddam Hüseyin’inde büyük hatalarını gözardı etmemek gerekir.
Irak bu işgal ile birlikte teröre açık hale geldi. Bir çok el Kaide hücresi ülkeye sızdı. Mezhep çatışmaları başladı. Bu günümüze kadar devam etti. IŞİD Irak’ta büyüdü ve bütün Ortadoğu ve dünyayı tehdit edecek hale geldi. Bunlar tesadüfi sonuçlar değil tabi ki bence. Birileri bunu kurguladı. Irak’taki işgalin sonuçlarını bir nevi Suriye iç savaşında gördük diyebilirim.
ARKA PLANDA PETROL VE ENERJİ SAVAŞLARI VAR 
Irak'ın işgalinin ardından devam eden süreç Suriye’de iç savaşla sürüyor. Öncesi bir yana Irak işgalinden sonra Ortadoğu’da gerilim ve savaş eksik olmadı. Bölgede daha önce de gazetecilik yapmış biri olarak neler diyeceksiniz?
Geçmişte başlayıp Irak’tan sonra Suriye’ye kadar uzanan kan ve gözyaşının tohumları, aynı merkezler tarafından ekildi. Bugün sadece sonuçlarını yaşıyoruz. Bu süreç daha da devam edecek diyebilirim. Ortadoğu ve özelinde Suriye’de yaşananlar bir senaryonun çeşitli parçaları. Bunun plan ve projelerini batılı emperyal güçler yaptı. Finans ve lojistik desteğini bölge ülkeleri yaptı. Bunlar arasında Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler var. Tabi ki burada İsrail’in beka sorununu da unutmamak gerekir. Bunun ucu ülkemize kadar uzanıyor. Özellikle Suriye iç savaşında. Sonuçta baktığınız da bölgede Müslüman ülkelerin gençleri buna alet ediliyor. Böylece mezhepsel ve ırksal çatışmalar yaşanıyor. Bunu arka planına baktığınız zaman, durumun bir petrol ve doğal yani enerji savaşları olduğuna görebilirsiniz. Avrupa ve Batı bu savaşları kendi aralarında yüzlerce yıl denedi. İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren bunu noktaladı. Günümüzde ise aynı senaryo Ortadoğu’da sahneleniyor. Bunu görmek gerekir. Daha ne kadar süreceği de belli değil. Çünkü İslam dünyasında bir cahiliye dönemi yaşanıyor. İslam şiddet ile anılmaya başlanıyor.
Diğer taraftan baktığınız zaman, Suud ve Körfez sermayesinin büyük kısmı ABD ve Batı ülkelerinde, beraber iş ve ticaret ilişkileri var. Arap sermayesi ve zenginleri batı emperyal güçleri ile ortaklık yaparken, buna Yahudi sermayesi de dahil, Arap sokakları ve halkını bunlara karşı düşmanlık oyunu ile uyutmaktadır.


EVRENSEL GAZETESİ RÖP.
- Gazetecilik anılarınızı kitaplaştırma gereğini neden duydunuz? 
2003 Irak İşgalini bir haberci olarak yerinden izlemek ve haberleştirmek için uzun bir yolculuk yaptım. O zaman gazetecilerin Habur'dan Irak Kürk Bölgesine geçişine izin verilmiyordu. Bu nedenle yasal yollarla, Nusaybin'den, Suriye Kamışlıya geçtim. Oradan da Doğuya yolculuk yaparak Rabia sınır kapısından, Telafer üzerinden o zaman Saddam'ın denetiminde olan Musul'a ulaştım. Orada bir hafta kaldıktan sonra, Federe Kürt Bölgesine ancak geçebildi. Bu yolculuk sırasında ilginç anılarım oldu. Yolculuğum daha Savaş başlamadan iki ay önce gerçekleştirdim. Çünkü ABD'nin İşgale girişeceğini kestire bilmiştim. Bir ay politik ve diplomatik girişimlerden sonra, İşgal başladı. Bu süre boyunca bir günlük tutarak, tarihi ile birlikte kısa notlar aldım. Bölgede tarihsel bir dönüşüme bir gazeteci olarak da tanık olmak istedim. Kitap bu notlardan çıktı. Bir gazetecilik anısı olarak, şahit olduklarımın kalıcı olmasını istedim. 
- Kitabınıza 2 Nisan 2003’te Süleymaniye’de mayın patlaması sonucu yaşamını yitiren meslektaşınız BBC Tahran muhabiri Kaveh Golestan’a adanız. Siz de Musul’da saldırıya maruz kaldınız ve yaralı kurtuldunuz. Neler söylemek istersiniz? 
Ben uzun yıllar çatışmalı bölgeler ve Ortadoğu'da gazetecilik yaptım. Mesleğin tehlikesinin farkındaydım. Aslında Savaş boyunca çok tehlikeler yaşadık. Fakat Nisan 2003'de Musul'da çatışmaların ortasında kaldık. Aracımız tarandı. Mucize eseri olarak çıkabildik. Ben ve bazı arkadaşlarımız yaralandı. Zaten orada çeşitli zamanlarda beraber mesai yaptığımız gazeteci arkadaşlar hayatını kaybetti. Buna biraz da alışmıştık. Arkadaşım BBC Tahran muhabiri Kaveh Golestan’ aslında Pulitzer ödülü almış, geçmişte başarılı bir foto-muhabiri idi. Ayrıca aramızda bir dostluk oluşmuştu. İnsan olarak örnek alınacak bir arkadışımdı. Süleymaniye'nin Güneyinde, Kifri denen bir bölgede, mayıs patlaması sonucu hayatını kaybetti. Anısını yad etmek istedim.
- Kitabınıza anlattığınız dönem ABD’nin Irak’ı işgal sürecini ele alıyor. Bir işgalin haberini takip etmeye çalıştınız. Nelerle karşılaştınız? Gazetecilik mesleğinizi nasıl yapmaya çalıştınız? 
Bu süreçte Türk basınında çalıştığımız için, çok zorluklar çektik. Çünkü o zaman Türkiye ile Irak Federe Kürt Bölgesi Hükümeti arasında çeşitli sorunlar vardı. Tezkere meselesi vardı. Türk Askeri Bölgeye girecek söylentileri çalkalanıyordu. Bunun faturası ise biz Türk Basını'da çalışan gazeteciler yaşadık. Devanlı denetim altında tutulduk. Her yere serbestçe girmemize izin verilmiyordu. Halbuki yabancı basın daha rahat çalışabiliyordu. 
İkincisi, Savaş ve İşgal başladıktan sonra her sabah sıcak cephelere gidiyorduk. Bazen geceleri de çatışmaları izliyorduk. Arazi zaten mayınlarla dolu idi. Çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Ne kadar da tedbirli olsan, neticede savaşın ortasındasın. Daha sonra kentler düşmeye başladı. Kent savaşları bir gazteci için daha da tehlikeli oluyordu. Bütün bu kaos ve karmaşa arasında bir de haber toplama ve geçme işi ile uğraşıyorduk. Çok zor bir süreçti.

- ABD ve müttefikleri “İstikrar ve demokrasi” vaadiyle Irak’ı işgal ettiler. Irak söz konusu tarihten beri deyim yerindeyse gün yüzü görmedi. Kitabınızda Türkiye’nin o dönem Mecliste Irak Tezkeresini kabul etmemesinden dolayı Türkiye’den giden gazetecilere karşı halkın bir sempatiyle baktığına dair vurgulanırız var. O günden bugün şöyle baktığınız da neler diyeceksiniz? 
Savaşın ve işgalin bir "istikrar ve demokrasi" kandırmacası olarak yutturulması gerekiyordu. ABD' ve müttefiklerini amacını bir gazeteci olarak biliyordum. Bunu günümüze kadar olan süreçte acı bir şekilde gördük. Milyonlarca insan yerinden ve yurdundan edildi.Büyük işkenceler yaşandı. Yüzbinlerce insan yaşamını yitirdi. Irak'ın bütün altyapısı yok edildi. Binlerce yıllık Mezopotamya kültür hazinesine ev sahipliği yapan ülkenin müzeleri talan edildi. Bütün tarihi eserler yağmalandı. Batılı ülkelerin koleksiyonlarına taşıdı, bir şekilde. Bir de Irak'ta petrol vardı. Bunlar da Batılı petrol şirketlerine akıtıldı. Bu süreç hala devam ediyor.
Bir de gözden kaçan bir konu, Irak Hükümeti devamlı İsrail için tehlike arz ediyordu. Ve taciz ediyordu. Bir nevi modern ve emperyalist bir haçlı seferi diyebiliriz. Tek fark bunun içinde bazı Arap ve İslam Ülkeleri de vardı. Tabi ki Irak'ın bu sürece gelmesinde Saddam Hüseyin'inde büyük hatalarını gözardı etmemek gerekir.
Irak bu işgal ile birlikte teröre açık hale geldi. Bir çok El Kaide hücresi ülkeye sızdı. Mezhep çatışmaları başladı. Bu günümüze kadar devam etti. İŞİD Irak'ta büyüdü ve bütün Ortadoğu ve Dünya'yı tehdit edecek hale geldi. Bunlar tesadüfi sonuçlar değil tabi ki bence. Birileri bunu kurguladı. Irak'taki İşgal'in sonuçlarını bir nevi Suriye iç savaşında gördük diyebilirim.

- Irak’ın işgalinin ardından devam eder süreçte Suriye’de iç savaş yaşandı. Yine dram ve trajedi yaşanıyor. Öncesi bir yana Irak işgalinden sonra Ortadoğu’da gerilim ve savaş eksik olmadı. Bölgede daha önce de gazetecilik yapmış biri olarak neler diyeceksiniz? 
Geçmişte başlayıp Irak'tan sonra Suriye'ye kadar uzanan kan ve gözyaşının tohumları, aynı merkezler tarafından ekildi. Bugün sadece sonuçlarını yaşıyoruz. Bu süreç daha da devam edecek diyebilirim. Orta doğu ve özelinde Suriye'de yaşananlar bir senaryonun çeşitli parçaları. Bunun plan ve projelerini batılı Emperyal güçler yaptı. Finans ve lojistik desteğini bölge ülkeleri yaptı. Bunlar arasında Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler var. Tabi ki burada İsrail'in beka sorununu da unutmamak gerekir. Bunun ucu ülkemize kadar uzanıyor. Özellikle Suriye iç savaşında. Sonuçta baktığınız da bölgede Müslüman ülkelerin gençleri buna alet ediliyor. Böylece mezhepsel ve ırksal çatışmalar yaşanıyor. Bunu arka planına baktığınız zaman, durumun bir petrol ve doğal yani enerji savaşları olduğuna görebilirsiniz. Avrupa ve Batı bu savaşları kendi aralarında yüzlerce yıl denedi. İkinci Dünya Savaşı'ndan itibaren bunu noktaladı. Günümüzde ise aynı senaryo Orta doğu'da sahneleniyor. Bunu görmek gerekir. Daha ne kadar süreceği de belli değil. Çünkü İslam Dünya'ında bir cahiliye dönemi yaşanıyor. İslam şiddet ile anılmaya başlanıyor.
Diğer taraftan baktığınız zaman, Suud ve Körfez Sermayesinin büyük kısmı ABD ve Batı Ülkelerinde. beraber iş ve ticaret ilişkileri var. Yani ortaklar. Buna Yahudi Sermayesi de dahil. Arap sokakları, halk ve kamuoyu ise hem İsrail, ABD ve Batı karşıtı. Özelikle halk bu şekilde uyutuluyor.Veya gerçekten böyle. Burada büyük bir çelişki var.
- Türkiye’deki medyanın tamamı neredeyse iktidarın kontrolüne geçtiği bir dönemdeyiz. Ve şimdi gündemin sıcak meselelerin başında Suriye var. Sizin görev yaptığınız Irak işgali döneminde şimdi yapılan gazeteciliği karşılaştıracak olursanız neler diyeceksiniz? Bir yanda gelişen teknoloji var. Buna rağmen yapılan gazeteciliği nasıl değerlendiriyorsunuz? 
1994 yılından itibaren Güneydoğu ve Orta doğu'da gazetecilik yapıyorum. 2003 Irak İşgalini baştan sona izledim. Yıllarca Güneydoğu'da çalıştım. Savaştan önce Suriye'nin çoğunu dolaştım. İç Savaşta da Suriye'de bulundum. 1990'larda Lübnan'da bulundum. 2006'da Lübnan'da İsrail-Hizbullah Savaşı'nda görev yaptım. Kısmen Libya iç savaşında habercilik yaptım. Bunları şunun için yazıyorum, o yıllarda haberciliği yerinde yapıyorduk. Olanları aktarmaya çalışıyorduk. Bir örnek vereyim, 1990'lı  veya 2000'li yıllarda, Diyarbakır, Şırnak, Hakkari veya Cizre'de bir olay olduğu zaman, yüzlerce gazeteci bölgeye akın ediyordu. Aylarca aracize haber takibi yapıyorduk. Bu durum 2007 yıllarında itibaren yavaş yavaş değişmeye başladı. Zamanla değişim hızlandı. Medyada önce bu tarz arazi haberciliği bitirildi. İşinin ehli gazeteciler tasfiye edildi. İşten atıldı. Bunun yerine hiç bölgeyi gezmemiş gazetecilik türü başladı. Her şey stüdyolarda ağırlanan bu gazetecilere bırakıldı. Böylece laf kalabalığı ve manipülasyon başladı. Gerçekler halktan gizlenmeye başlandı.Ardından binlerce gazeteci işsiz bırakıldı.
Benim çalıştığım 1990'lı yıllarda merkez medya da dahi her görüşten gazeteciye rastlamak mümkündü. Arkadaşça yan yana çalışabiliyorduk.  Bu renklilikte yok edildi. Medya'nın belli ellerde toplanmasıyla ve Medya Patronlarının Siyasal iktidarla olan olan ticari ilişkileri de bu süreci hızlandırdı. Sonra günümüzde gördüğümüz tek sesli habercilik anlayışı başladı. Muhalif basın üzerinde de inanılmaz baskılar gelişti. Bunun en büyük zararını Türkiye halkı çekti, çekiyor. Kısmen var olan haber alma hakkı da elinden alındı. Ben bir gazeteci olarak bir çok yazı ve haberi batı basınından takip ediyorum. Diyorum ki aslında bende bunları görebiliyorum veya arazide olsam bende böyle yazardım diyorum. Fakat bunu yayınlayacak mecra yok artık. Bunun neticesinde internet haberciliği gelişti. Bir çok deneyimli haberci buralara kaydı. Bu haber siteleri veya iki, üç gazetenin de imkanları çok kısıtlı. Seslerini fazla duyuramıyorlar. İmkanlarınız olmadığı zaman teknolojik habercilikte de etkili olamıyorsunuz kısacası. Son ekonomik krizlerle birlikte özgür basının durumu da çok zorlaştı. Teknoloji gelişti fakat insanlar pek gelişmedi. Teknolojinin tek avantajı dünyadaki haber kaynaklarını daha kolay takip etmemizi sağladı. Bunu da çok az insan verimli kullanabiliyor. Afrin'e harekat başladığı zaman, deneyimli bir gazeteci arkadaşım bölgeye girip öbür taraftan haber aktarabilir misin? demişti. Ben de bir çok riski alarak bunu yapabilirim demiştim. Fakat yaptığım haberleri herhangi bir basın mecrasında yayımlayabilir misin? demiştim. O da bu garantiye veremem dedi. Son durum bundan ibaret. 

Son Düzenlenme Tarihi: 09 Eylül 2018 18:49


No comments: